NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE....! |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
EFE DEDELERİMİZİN HİKAYELERİ |
|
|
Pisi’de küçük bir evde, bir anne ve iki oğlu kendi hallerinde yaşarmış. Babalarını küçük yaşta kaybetmenin ezikliğini, annelerinin dul olmasının getirdiği sorunları, tütüncülük denilen o en meşekkatli ziraatçilik türünü, yokluğu ve çevre baskısını en derinden yaşarlarmış. Anne Hatice oğulları büyüdükçe onlara söz geçiremez olmuş, ne yapacağını şaşırmış. Ağabey Kerimoğlu Hüseyin (ölmüş babasının adı Kerim’miş) arasıra güzlü tütün alım satımı yaparmış. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde devletin dış borçları nedeniyle Avrupa devletleri tütün üretiminden elde edilecek vergi gelirlerini müsadere altına almışlar, Tütün Rejisi denilen bu sistemde Reji bir yandan ülke kaynaklarının bu şekilde gaspını sağlarken, bir yandan da tekel konumlu alıcı sıfatıyla tütün üreticisini ezermiş. Reji’den başka yere tütün satmak yasakmış. Reji istediği fiyatı verir, ödemeyi de istediği zaman yaparmış. Arkasında devletin yabancı ülkelerle akdettiği anlaşmalar olunca da, hükmü ve varlığı kanun koruması altında, kolluk kuvvetleri de emrindeymiş. Reji’ye birazcık karşı gelen, Reji aleyhinde birazcık konuşan, dayağı yer otururmuş. Ağabey Hüseyin en çok karşı gelenlerden ve en çok konuşanlardan olduğundan devamlı hapis yatar dururmuş. Böyle bir ortamda halkın tek gelir kaynağı kaçakçılıkmış. Kaçakçılık denilen de kendi tütününü kendi istediğine satmakmış.
1889’da gösterirken küçük kardeş Eyüp (Kerimoğlu)’da 17 yaşlarına gelmiş. O da delikanlılığın verdiği ateşle bu düzene ve sisteme isyan edenlerdenmiş. Ağabeyi Hüseyin hapse girdikçe Eyüp de hiddetlenir, daha da isyankar olurmuş.
Günlerden bir gün, Pisi’ye yakın bir köyde arkadaşları ile düğüne gitmişler. İlerleyen saatlerde Kerimoğlu Eyüp arkadaşları ile zeybek oyununa kalkmışlar. Bunun üzerine Muğlalı zenginlerin Pisi ovasındaki arazilerinin kahyalığını yaptığı için Pisi muhtarı olan İzzet Ağa gençlere; “Utanmadınız mı bunca büyüklerin önünde oyuna kalkmaya. Ne zaman adet oldu büyüklerden izin almadan oyuna kalkmak” demiş ve küfürle devam etmiş. Zira büyüğünden izin almadan zeybek oynamaya kalkmak hakaret sayılırmış. Muhtarın karşı hakaretleri üzerine taraflar arasında tartışma çıkmış. Kerimoğlu Eyüp tartışma esnasında belinden çıkardığı bindirme tabancası ile muhtarı öldürmek için ateş etmiş. Ancak muhtar aniden kendini yana atınca sadece kolundan yaralanmış. Düğün yerinde bulunan muhtarın adamları Eyüp’e vurmaya başlamışlar ve onu çok fena hırpalamışlar. Bir ara bir fırsat bulan Eyüp ellerinden kurtulmuş ve evine sığınmış.
Çok geçmeden kolluk kuveetleri Eyüp’ün evini kuşatmış ve Eyüp dağlara doğru kaçarken çıkan çatışmada Eyüp’ün silahından çıkan bir mermi ile bir zaptiye ölmüş. Kerimoğlu Eyüp hiç yoktan bir katil olmuş. (ALINTIDIR.) Yaşanan münakaşa sonunda ve hiç de ağır sayılmayacak gerekçelerle dağa çıkan Kerimoğlu Eyüp Efe, Muğla’nın Merkez ilçesine bağlı “Yerkesik” kasabası ile “Pisi” denilen Yeşilyurt beldesinin dağlarında devrinin en gözü pek kızanları ile gezmiştir.
Kerimoğlu, Yerkesik ve Pisi dolaylarında baskınlar yapmamıştır. Yalnız ölümüne yakın yıllarda devrin en paralı Yerkesik Tüccarı Hacı Hasan Efendi’ye haber yollayarak kendisi için bir miktar para ayırtmasını istemiş, yakında da bu parayı almaya geleçeğini belirtmiştir.
“Nabi Özsoy: (Hacı Hasan Efendi’nin oğlu) Kerimoğlu babama haber yollamış. Babam pabucu kolay verenlerden değildi. O da karşı haber yolladı. Kerimoğlu benden para değil, ancak kefenini alır diye. Gelmedi. Babam işi sıkı tuttu Sonunda galip geldi.”
Kerimoğlu bir defasında da Kocabahçe denilen yerde konaklamış fakat durmayarak Ula tarafına geçmiştir. Eyüp Efe’nin Kocabahçe konaklaması dışında Yerkesiğe gelmesi ve konaklaması olmamıştır.
Zaptiyeler uzun süre dağda Eyüp’ün izini sürmüşler ama bulamamışlar. 19 yaşındaki bu zeki ve çevik genci ele geçiremezler. Ve nihayet Milas ’ta kaçakçı yakalamakla ünlenmiş “Kör Arap” lakaplı İsmail Çavuş’a haber salarlar.
Kör Arap, daha öncae girdiği bir çatışmada gözünün birini kaybettiğinden ve çok esmer tenli olması sebebi ile bu lakap ile anılırmış. Çok acımasız ve çok keskin nişancıymış.
İşinde uzman olan Kör Arap işe istihbarat edinerek başlamış ve Kerimoğlu Eyüp’ün Çakallar denilen bir mezrada, İbişoğlu İbrahim ’in çoban kulubesinde kaldığını tesbit etmiş. Kerimoğlu Eyüp 1901 yılı sonlarında, Çakallık ( Menteş Mahallesi) eşrafı İbiş Dayı’nın evinde konaklayarak gece yatısına kalmıştır. Eyüp’ün takibine çıkan Arap İsmail Çavuş komutasındaki bir müfreze heyeti Yenice köyünde durumdan haberdar olur. Hemen o gece müfreze Çakallığa gelerek Kerimoğlu’nun kaldığı evi çember içine alırlar.
1901′in çok güzel bir bahar günüymüş. Öğledensonra dört sularında, pırıl pırıl güneşli bir hava, çamların arasında dolaşan hafif bir meltem, Eyüp’ü tedbirsiz kılmış olacak ki, geceleri dağlarda kaçak dolaşıp, gündüz olunca vardığı İbişoğlu’nun kulübesinde çok derin bir uykuya yatmış. Pencere ve kapının açıldığını farketmemiş. Uyuyan insanı yılan sokmazmış ama yılanın yapmadığını Kör Arap yapmış o sokmuş. Mışıl, mışıl uyuyan Eyüp’e hiç acımadan ve uyandırmadan, canına kıyıvermiş. Kerimoğlu bu çemberden kurtulamanıştır. Ocak başında açılan ateş sonucu vurularak öldürülmüştür. Mezarı da vurulduğu yer olan Menteş Mahallesinde bulunmaktadır.
Eyüp’ün ölümünden sonra annesi Hatice kahrına fazla dayanamamış, o da çok geçmeden ölmüş. Ağabey Hüseyin önce Yerkesik’e yerleşmiş, çok geçmeden orayı da terk etmiş, nereye gittiğini hiç bilen olmamış.
Ama gün gelecek “Reji” de tarihe karışacaktı. Daha da önemlisi, Eyüp, yöre insanları için kaderine razı olmamanın, her ne olursa olsun direnmenin sembolü oldu. Pisi’nin ve Yerkesik’in de bir kahramanı vardı artık: 19 yaşında, mükafat için kalleşçe vurulan “Kerimoğlu Eyüp”. Halk, kendi kahramanı için, Reji’nin ayakçısı Kör Arap’ı inceden tiye alan türküsünü yakmıştı bile. Bu ağıtlar günümüzde de folklorümüzün zengin örneklerinden olan Kerimoğlu Zeybeğinin oluşmasını sağlamıştır.
1873’de Ödemiş’in Kışla köyünde doğmuştur. Babası, Kocahasanoğulları’ndan Deli Veli’dir. Kamalı lakabını, çocuk yaşlarındayken babasının hediye ettiği bir kamayı sürekli yanında taşımasından dolayı aldığı söylenmektedir. Ancak özellikle Zeybeklik yaptığı dönemlerde düşmanlarına ileteceği mesajları bir kama ile yapmasından dolayı bu lakabı aldığı da söylenmektedir.
Çakırcalı Mehmet EFe kızanlarından birine sevdiği kızı kaçırman isterken yanlışlıkla Kamalı’nın karısını çakırır. Bu olayın ardından Kamalı, çakırcalı ’nın bulunduğu köye tek başına baskın yaparak çakırcalı’nın iki adamını öldürür ve sonra da babasının çocukluk arkadaşlarından olan Köseoğlu’nun çetesine kızan olarak girer. Bu sırada Köseoğlu ve çetesine af çıkar ve düze inmekte olan çete, çakırcalının kurduğu pusu sonucu imha edilir. Bu olaydan yalnızca Kamalı Zeybek kurtulur.
Efesinin bu biçimde öldürülmesini hazmedemeyen Kamalı, yeniden dağa çıkarak kendi başına bir çete kurar. Çeteye ilk olarak yeğeni Kurucaovalı İsmail katılır. Gökdeli Mehmet, Kargalı Ali, Semitli Mehmet, Arap Beşir gibi kızanların katılımıyla çete büyür. Bu çetenin en büyük hedefi Çakırcalı Mehmet EFe çetesidir. Ellerine geçen her fırsatta bu çete ile çatışmaya girerler. Kamalı ile karşı karşıya gelmemek için çaba harcayan ise, zaman zaman yönetim tarafından bağışlanması nedeniyle zaptiye güçlerinin de desteğiyle Kamalı’nın takibine çıkar.
Gün geçtikçe büyüyen çete, özellikle çevrede Türk köylerine baskınlar yapıp buraları talan eden Rum eşkıyalara da göz açtırmıyor, ilk fırsatta bu çeteleri imha ediyordu. Bunlardan Giritli Kaptan Hrisyo, İzmir’in Kokluca köyünde (şimdiki adı Altındağ) üslenmiş olan Koklucalı Vasil çeteleri başlıcalarıdır. Kamalı’nın Rum eşkıyalara karşı aldığı bu tavır, Rum azınlıkların büyük tepkisini topluyor ve Osmanlı yönetimini de zor durumda bırakıyordu. Bunun üzerine Kamalı çetesine yönetimden af çıkar. Ancak af sırasında düze inmekte olan çete, Birgi taraflarında verdiği bir molada ’nın tuzağına düşer. Kamalı Zeybek Mustafa Efe ve birçok kızan bu pusu sonucu öldürülür.
II. Mahmut döneminde, Kastamonu ilinin Araç ilçesi, Boyalı bucağı, Yukarı Afşar köyünde doğmuştur. “Sepetçi” lakabını, babası Sepetçi Mehmet Pehlivan’dan almıştır.
Babasından kalma sepetçilik mesleğini yapmaktayken, eşkıyalıkla geçinen, Kastamonu ve çevresini haraca kesen Zileli Rüstem ve adamları dükkanını basarak kendisinden haraç sepet isterler. Osman da yoksul bir esnaf olduğunu ve parasız sepet veremeyeceğini söyleyince Rüstem ile kavgaya tutuşurlar ve Rüstem’i orada öldürür. Bu olayın ardından dağa çıkar. Sepetçioğlu Osman Efe adıyla nam salar. Bu arada gıyabında mahkemesi yapılır ve Kadıi Sepetçioğlu’nun nefs-i müdafaa nedeniyle Rüstem’i öldürdüğünü söyler ve Osman beraat eder. Köpekçioğlu Osman Efe ve 14 arkadaşı by müjdeyi vermek için Sepetçioğlu’nu arayıp bulurlar. Bir ara Araç’ın Huruşveren köyündeki bir düğüne güreşmek amacıyla gelir. Güreşler sırasında köyün ağası Tahmiscioğlu Mustafa Bey’in kızı Afet ile aralarında bir yakınlık doğar, birbirlerine aşık olurlar. Mustafa Bey, durumu hisseder ancak bu durumdan mutlu olur ve Osman’ı oğulluğu olarak koruması altına alır.
Mustafa Bey, eski bir yeniçeri artığıdır ve Osmanlı’nın yeniçeriliği ortadan kaldırmasından dolayı Osmanlı’ya karşı Efe’yi kullanmak ister. Efe bu isteğe karşı çıkaran ağasının tepkisini toplar. Bunun üzerine sevgilisi Afet ile Gülpü dağlarına çıkar. Buradan da İstanbul’a geçmeyi düşünmektedir. Ancak Mustafa Bey, Kastamonu Valisi’ne Sepetçioğlu’nun bir eşkıya olduğu ve Padişaha karşı bir başkaldırı düzenlemek amacıyla dağa çıktığını ve İstanbul’a Padişahı tahttan indirmek için gideceğini bildirir. Bu durum saraya da bildirilir. Hakkında yakalanıp İstanbul’a götürülmesi yönünde ferman çıkarılır. Zaptiyeler tarafından Gülpü dağlarında sıkıştırılmasına rağmen buradan kaçmayı başarır. Ancak sevgilisi Afet yakalanarak Kastamonu Cezaevine kapatılır.
Sepetçioğlu çevresine topladığı 60 kadar Zeybek ile Kastamonu Cezaevi’ni basarak Afet’i kurtarır. Ancak, Kışlaönü’nde 1500 asker tarafından etrafı kuşatılır ve burada çıkan çatışma sonucu yakalanır ve İstanbul’a götürülür. Bu sırada Tahmiscioğlu Mustafa Bey baş kaldırarak Kastamonu ve Sinop’u ele geçirir. Bunun üzerine II. Mahmut asıl başkaldırıyı öğrenir ve Sepetçioğlu’nu bağışlar. Sepetçioğlu’ndan Cide’de asker toplayarak Tahmiscioğlu güçlerini vurmasını ister. Osmanlı ordusuyla Sepetçioğlu güçleri birleşerek Tahmiscioğlu başkaldırısını bastırırlar. Bunun üzerine padişah tarafından ödüllendirilir. Kendisine çeşitli hediyelerle birlikte bir de ev verilir ve Kastamonu’nun sayılı varlıklıları arasında ölümüne kadar mutlu bir yaşam sürdürür.
İslamoğlu, Kütahya’nın Gediz İlçesi, Şaphane bucağı Türgün mahallesinde doğmuştur. Asıl adı Mustafa’dır. İslamoğlu lakabı, İslamoğulları adındaki bir sülaleden gelmesinden dolayıdır.
Söylentiye göre Mustafai köyde gerçekleşen bir hırsızlık olayının kendi üzerine yüklenmesiyle hapse atılır. Haksızlığa iftiraya uğramanın acısıyla hapishaneden çıkar çıkmaz silahlanıp dağa çıkar. Kısa bir süre sonra peşine düşen zaptiyeler tarafından bağışlanacağına inandırılan Mustafa teslim olur, ancak yeniden hapsedilir. Karşılaştığı bu kötü işlem karşısında 1853 yılında üç arkadaşıyla birlikte hapishanenin duvarını delerek kaçıp dağa çıkar. Varlıklı kişilerden haraç alır, büyük çiftlikleri ve varlıklı kervanları basarak elde ettiği kazançları yoksullara dağıtır. Kısa zamanda hemen tüm Ege taraflarında büyük bir üne sahip olur ve “İslamoğlu” namıyla anılmaya başlanır. Uzun süre dağlarda eşkıyalık yaptıktan sonra eşkıyalıktan vazgeçerek düze iner ve Gediz’in Orhanlar köyünde bir ev yaptırır. 1867 yılında müfrezeler tarafından kuşatılır ve teslim olması istenirse de buna yanaşmaz ve çatışma çıkar. Kendisine ihanet eden Gökçe adındaki bir köylünün attığı kurşunla yaralanır ve çatışma sonucu aldığı kurşun yaralarıyla ölür.
Halk türkülerinden anlaşıldığı kadarıyla ki halk türkülerinde sözü edilecek kadar olsa gerek oldukça uzun saçlı olan İslamoğlu’nun aynı zamanda iyi saz çaldığı ve iyi bir halk ozanı olduğu da rivayet edilmektedir.
Milli Mücadele kahramanlarından olan Demirci Mehmet Efe 1885 yılında Aydın’da doğdu. Babası, Nazilli’nin Pirlibey köyünde demircilik yaptığı, kendisi de onun yanında çalıştığı için “Demirci” lakabıyla anılırdı; sonradan bu lakabı kendisine soyadı seçti. I. Dünya Savaşı’nda askere alınan Demirci Mehmet, İzmir’deki 5. Depo Alayına verildi. Fakat ermeni asıllı bir subay tarafından hakarete uğrayınca dayanamayıp askerden kaçtı ve Ödemişli Gökdeli Zeybek‘in çetesine katıldı. Bir süre sonra kendisi de ayrı bir çete kurarak eşkıyalık yapmaya başladı ve güvenlik kuvvetlerini bir hayli uğraştırdı.
Yunanlılar İzmir’e çıkıp, Aydın’ı da ikinci kez işgal edince, Demirci Mehmet Efe 200 kişilik çetesiyle 11 Temmuz 1919′da Aydın Cephesi’ndeki milli kuvvetlere katıldı. Aydın’da katıldığı bir çarpışmadan sonra Aydın cephesi Kuvayı Milliye komutanı olan Mehmet Efe, düşmana yapılan baskınlarda büyük rol oynadı. Sökeli Ali Efe’nin Denizli’de öldürülmesine kızarak Denizli’yi bastı ve pek çok kişiyi kurşuna dizdi.
22 Haziran 1920′de başlayan genel Yunan saldırısı üzerine Eğridir, Isparta dolaylarındaki dağlara çekilen Demirci Mehmet Efe’nin, Kuvayı Milliye ile düzenli ordu arasında başlayan çekişme sırasında Çerkez Ethem’le haberleşmesi şüphe uyandırdı; 15-16 Aralık 1920′de Refet (Bele) Bey’in süvari birliklerinin baskınına uğrayan Demirci Mehmet Efe kuvvetleri dağıldı, kendisi beş on kişiyle kaçıp kurtuldu. Sonradan Hükümet’e sığınarak bağışlanan Mehmet Efe, savaş sona erince Nazilli’ye yerleşti ve ölümüne kadar sakin bir hayat yaşadı.
Çakırcalı Mehmet Efe, 1871′de İzmir’in Ödemiş ilçesi’ne bağlı Türkönü Köyü’nde doğmuş Ege efelik kültürünün en ünlü simalarından biridir.
Ege Bölgesi’nde efe kültürü (efelenmeler) 17. yüzyıla dayanır. Osmanlı İmparatorluğu’nun yapısında meydana gelen askeri ve sosyal değişikliklerin süvari ve kervancı olarak geçimini sağlayan eski akıncıları işsiz bırakması, hükümetler tarafından vergi tahsilatında kullanılan ayanların derebeyi eğilimleri, bitmeyen savaşlar, sonu gelmeyen asker istekleri ve giyim kuşam yasağı zeybeklerin birer ikişer dağa çıkmasına sebep olmuştur. Anadolu’yu Türkleşmesinde temel rol oynayan akıncı torunu zeybekleri zaman böylece kanunun dışına itmiştir.
Ayrıca, Büyük Menderes Nehri, Küçük Menderes Nehri ve Gediz Nehri’nin uygarlıklar beşiği vadilerinde savunması kolay, kaçış yolları açık dağ köylerinin bulunması, bunları yörenin efeleri ve onların zeybekleri için barınma yerleri haline getirmiştir. Vadilerin verimli ovalarını çeviren engebeli dağlar takip kuvvetlerine yakalanmadan yaşamayı kolaylaştırmıştır. Bazı zeybekler zamanla sivrilerek, devletin otorite boşluğunda kendi otoritesini kurarak, yöre halkının çare aradığı bir merci haline gelmiştir. Efelerin yerini öğrenerek kapılarını aşındıran halkın başlıca şikayetleri ayanların baskısı olmuştur. Bunun dışında cami, yol, çeşme ve düğün yardımı gibi istekler efelere iletilmektedir. Çözümüne katkıda bulunulan her sorun efenin ününe ün katmış, otoritesini sağlamlaştırmıştır. Bunlar bir süre sonra öykülere, türkülere konu olmuşlardır.
Ege’de efeler başlangıçta genellikle namus ve gururun yol açtığı olaylar nedeniyle dağa çıkmışlardır. Haksızlık, kişisel gurur ve hırslarından dolayı işledikleri bazı suçlar unutulmuş, geriye onları kahraman yapan olaylar kalmış, eklemelerle efsaneleşerek dilden dile dolaşan serüvenleri zamanın gençlerinde bir efeye kızan olarak üne ve saygınlığa kavuşma arzusu uyandırmıştır. Çakırcalı Mehmet Efe’de efelerin en önemlilerinden biridir. Çakırcalı birçok kurallar getirerek efeliğe şan ve onur kazandırmıştır. Kendisinden önce Atçalı Kel Mehmet Efe gibi gerçek bir siyasi düzen kurma yolunda ilerlememiş olsa da, belli bir adalet anlayışını herzaman temsil etmiştir. Kendisinden sonra Yörük Ali Efe, Demirci Mehmet Efe ve diğerleri bu etik değerlere bağlı kalarak Kurtuluş Savaşı’nda de efeliğe şan ve şeref getirmişlerdir.
Bir zaptiye çavuşunca öldürülen (ve kendisi de efe olan) babası Çakırcalı Koca Ahmet Efe’nin öcünü almak amacıyla, 1893′te dağa çıkmıştır. Yanında, babasının da kızanlarından olan tecrübeli Hacı Eşkiya vardır. Dağa çıktıktan bir süre sonra ilk olarak zalimliği ile tanınan Mustafa Ağa’nın evini basar. Ağayı halka zulüm etmemesi için uyararak 200 altınına el koyar. Ardından da Kızoğlu Mehmet Ağa’yı dağa kaldırarak, yüklü oranda fidye alır. Eylemlerinden elde ettiği parayı halka cömertçe dağıtır. Özellikle Ödemiş dolayında köylerde genç kızlara çeyiz parası verir, giysisi olmayanı giydirir, evi olmayana ev yaptırır. Hatta köprüler, yollar inşa ettirilmesine önayak olur. Halkın sempatisini kazanması sayesinde köyler ve yörük obaları ona yataklık ederler.
İzmir’den fidye için kaçırdığı bir İngiliz leydisinin de, fidye ödendikten sonra, bir süre daha kendi arzusuyla Çakırcalı’nın yanında dağda kaldığı rivayet edilir.
Adını kullanarak eşkıyalık yapanlara veya efeliğin adını kirletenlere de acımasızca davranır. Bu çerçevede, Çakırcalı’nın adını kullanarak bir köyü basan ve köylünün kızını kaçıran Arnavut çetesine verdiği ceza, halka zulmedenlere duyduğu öfkenin örneğidir. Dokuz kişilik bu çeteyi saldırdıkları köye getirerek yaptıklarını halkın önünde söyletir, sonra ateşe atarak yakar. (Bu arada, Çakırcalı Mehmet Efe’nin babası Çakırcalı Koca Ahmet Efe’nin Abdülaziz döneminde İstanbul’a giderek padişahın sevgisini kazanan, onunla güreşe tutuşan, ondan payeler alan efelerden biri olduğunu belirtmek gerekir. Abdülaziz’e duydukları sempati ile devlete bir dönem boyunca ısınan efeler 93 Harbi’nde müstakil taburlar oluşturarak savaşmışlardır. )
Sonraları Kayaköy’de eşraf kızı Fatma Hanım’la ikinci evliliğini yapan Çakırcalı, bu beldede Rum inşaat ustalarına bir konak inşa ettirmiştir.
10 Aralık 1910 günü Nazilli’de Karıncalı Dağları’nda Rüştü Kobaş komutasındaki Düzce ve Adapazarı yöresinden toplanmış Kafkas göçmenlerinden oluşan bir gönüllü zaptiye birliğiyle girdiği bir çatışmada öldürülmüştür.
Çakırcalı, öldürüldüğü dönemde, Aydın bölgesinin meşhur ağa ailesi Arpazlılar’dan Arpazlı Osman Ağa’nın yıkılmış bulunan ve halkın kullandığı Menderes Köprüsü’nü tamir ettirmemesi üzerine Nazilli yakınlarındaki Arpaz köyünü basar, ağanın evini ateşe verip, ağayı kaçırır. (Çakırcalı köprüyü tamir ettirmesini evvelce ağaya tembih etmiş, hatta bir keresinde, rivayete göre, namaza durarak, kızanlarına ağayı sille tokat dövdürmüş, ağa tamir sözü vermedikçe de namazı kesmemiş, ağanın tamir için belirttiği süreyi -6 ay, 5 ay, 4 ay- beğenmedikçe de, iki rekat daha namaz kılmış, ağanın “Çakırcalı, ne bitmez namazmış bu! Tezi yok, hemen tamir ettireceğim!” sözünü aldıktan sonra da “Es-selâmü aleykum ve rahmetüllah” diyerek namazı bitirerek, ağayı salıvermiştir.)
Kılavuz olarak kullandığı bir çobanın takip edilmesi (kimi kaynaklara göre ihbarı) üzerine Karıncalı Dağı kuşatılır. Çıkan çatışmada Çakırcalı ölür. Çakırcalı’nın cesediyle birlikte, halka zulmeden Osman Ağa’nın cesedi de bulunur. Çakırcalı ölüme giderken bile halka zulmedenleri cezasız bırakmamıştır. Çakırcalı’nın ölümüne ilişkin olarak ise, Rüştü Kobaş kardeşi Osman Kobaş tarafından öldürüldüğünü raporunda belirtmişse de, kızanı Hacı Mustafa’nın öldürdüğünü, veya çatışma esnasında bir serseri kurşuna kurban gittiğini öne sürenler de bulunmaktadır.
Belirtildiğine göre, zaptiyelerle başlayan müsademede kendi kızanı (arkadaşı, adamı) tarafından yanlışlık sonucu öldürülmüştür. Cesedi ilk karısı Iraz (Raziye) Hanım tarafından tanınmıştır. Cesedi günlerce Ödemiş belediye meydanında asılı kalmış, daha sonra orada gömülmüştür. Aradan 15 yıl geçtikten sonra karısı Raziye Hanım tarafında köyünde defnedilmiştir. Mezarı ziyarete giden yöre halkı için, mezar mahalline girmeden önce Çakırcalı’dan “destur” istemek adet haline gelmiştir.
Efelik kariyeri boyunca tam 159 kişiyi bizzat öldürdüğü öne sürülür. Adına yakılmış meşhur Ödemiş’in Kavakları türküsünde ( sonradan İzmir’in Kavakları olarak değiştirlen ve yöresinde hala Ödemiş Kavakları olarak bilinip söylenen ) Çakıcı olarak anılan Çakırcalı Mehmet Efe ‘dir (türküde “Kamanlı Zeybek” şeklinde anılan da bir başka efedir).
Yörük Ali 19 yaşına geldiğinde, Aydın dağlarında dolaşan Alanyalı Molla Ahmet Efe’nin gurubuna katılmak istedi. Ağır bir sınavdan geçirilerek guruba alındı. Kısa zamanda Efe’nin ve tüm zeybeklerin güven ve sevgisini kazanarak gurupta ikinci adam konumuna yükseldi. Alanyalı Molla Ahmet Efe’nin Bozdoğan Kavaklıdere baskınında ölmesi üzerine Yörük Ali Efe olarak gurubun başına geçti. Dört yıldan fazla dağlarda dolaşan Yörük Ali Efe, bu süre içinde daima ezilenin mağdur edilenin, güçsüzün yanında oldu. Haklı olarak halk tarafından sevildi, itibar ve destek gördü.
Yörük Ali Efe 1919 senesinde dağdan indi. O sıralar düşman İzmir’i, ardından Aydın ve Nazilli’yi işgal etmişti. Yörük Ali Efe, Kıllıoğlu Hüseyin Efe ve bazı arkadaşları, Aydın İli’nin Çine ilçesi Yağcılar köyünde toplanarak, Yörük Ali Efe ve arkadaşlarının 16 Haziran 1919 tarihinde Sultanhisar ve Atça arasındaki Malgaç deresinin üstünden geçen Malgaç demiryolu köprüsü yanındaki Yunan karakoluna baskın yaptılar. Baskın sonunda karakol tümüyle imha edildi, cephane ve erzaklar ele geçirildi. Bu baskın Batı ve Güney Anadolu’da düzenli, bilinçli, ve milli şuurla düşmana yapılan ilk baskın olarak kabul edilmektedir. Bu önemli başarı halka ümit ve cesaret vermiş, düşmanın yurttan kovulabileceğine olan inancını arttırmış ve Yörük Ali Efe’nin liderliğini perçinlemiştir. Düşman beklemediği bu baskın karşısında paniğe kapılmış, Nazilli’deki kuvvetlerini Aydın istikametine çakmıştır. Ne yazık ki çevreyi yakarak, yıkarak, masum insanları öldürerek…
Daha sonra 7. Tümen kumandanı Şefik Aker’in başkanlığında kurulan halk meclisinde oy birliğince alınan karar uyarınca Aydın, Yörük Ali Efe emrindeki kuvvetler tarafından kurtarılmıştır. Ancak takviye kuvvetlerle güçlenen düşman ordusu Aydın’ı ikinci kez işgal etmiştir. Artık kanlı savaşlar başlamıştır. Köşk, Umurlu ve Dörtyol cephesi kurularak olağanüstü cesaretle, donanımlı ve sayıca çok fazla olan düşman kuvvetleri büyük kayıplara uğratılmıştır. Böylece düzenli ordu kurulana kadar yirmi aylık bir süre düşman kuvvetlerinin Aydın kanadından Anadolu içlerine ilerlemesi engellenmiştir.
Düzenli ordunun kurulması üzerine Yörük Ali Efe, emrindeki savaş deneyimi çok iyi olan büyük bir gurubu her ferdinin istek ve sevgisiyle orduyla bütünleştirmiştir. Kendisi de Milli Aydın Cephesi Komutanı olarak savaş sona erene kadar vatani görevini sürdürmüştür.
Yörük Ali Efe alçakgönüllü bir insandı. Kurtuluş Savaşı’ndaki rolü ile ilgili olarak yapılan övgülere verdiği şu cevabı her zaman hatırlanacaktır:
“Bazı kimseler savaş zamanında yapılan işlerin bir çoğunu bana ve başkalarına mal ederler. Bu yanlıştır. Bir kişinin, beş kişinin böyle büyük davalarda ne ehemmiyeti olur ki? Gönlünde vatan muhabbeti taşıyan her vatansever o günlerde bizim gibi düşünmüş, bizim gibi duymuş, ondan sonra da bizimle beraber olmuştur. Milli mukavemette aslan payını kendine ayırmakta hata vardır. Bir elin şamatası olur mu ki?”
Cumhuriyet döneminde Yörük soyadını alan Ali Efe, Kurtuluş Savaşından sonra altı sene İzmir’de yaşadı, 1928 senesinde, Kurtuluş Savaşında bir süre karargahı olan Yenipazar’a taşındı. 1951 senesinde, İzmir’de geçirdiği tramvay kazasında bacaklarını kaybetmiş, 1953 yılında tedavi için gittiği Bursa’da ölmüştür.
Yörük Ali Efe vasiyetinde Yenipazar’da toprağa verilmesini istedi. Ayrıca “Halkı iyidir, toprağı sever, toprağı seven insan sever. Ben orada rahat ederim dedi.”
Kuvayı Milliye’nin bu değerli komutanı TBMM tarafından İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiştir. Ayrıca Türk halkının onun adına yaktığı bir türkü de vardır.
Yörük Ali Efe’nin Aydın 1997’de Aydın Belediyesi’nce yaptırılan heykeli, efelerin bıyıksız olamayacağı gerekçesiyle kaldırıldı ve 1998’de bıyıklı olarak yeniden dikildi. Ayrıca Yenipazar’da Yörük Ali Efe Müzesi’de yapılmıştır.

Mestan Efe, Aydın’ın Mesutlulu köyünden olup Kurtuluş Savaşı’nda Yunan kuvvetlerine ağır darbeler vurmuş, Aydın ilinin kurtuluşuna oğullarıyla birlikte katkıda bulunmuştur.
Mestan Efe cesur ve keskin zekasıyla Kurtuluş Savaşı’ndan sonra da Aydın’da büyük işlere imza atmıştır. Ünü ve şöhreti sevmediği için Aydın’da çok bilinmeyen bir efedir.
Kurtulus Savaşı sırasında bütün Efe`ler kendilerine bölge seçmislerdir. Mestan Efe`nin sorumlu olduğu bölge Aydın`ın Balta köyü ile Dalama`nın Karahayit köyü arasıdır.
Buralardan sorumlu olan Mestan Efe’den izin almadan hiç kimse hareket edemeyecekti. Yunan kuvvetleri Menderes Nehri’ne ulaştıklarında nehir üzerindeki köprüyü patlatacak ve Yunan kuvvetlerinin karşı tarafa geçmesini engelleyecektir. Ancak bu sırada Çiftlik Köyü yakınlarında kuşatılacaktır. Mestan Efe Kızanlarıyla birlikte bu kuşatmadan kurtulmuştur.
Bu kuşatma sırasında bir rivayete göre Mestan Efe’nin yanında Adnan Menderes’in de olduğu söylenir.
Mestan Efe zeybekliğe ilk olarak Çakıcı Mehmet Efe’nin yanında başlamıştır. Ancak Mestan Efe katıldıktan kısa bir süre sonra Çakıcı Mehmet Efe ölmüştür. Çakıcı Mehmet Efe’den sonra liderliği Çakıcı’nın sağ kızanı olan Hacı Hüseyin Efe devralmıştır.
Mestan Efe ve Hacı Hüseyin Efe beraber çok faydalı işler yapmışlardır.
Osmanlı’nın son dönemlerinde dış güçler tarafından yapılan baskılar sonucu Efe’ler eşkıya olarak nitelendirilmiş ve cezalandırılmışlardır. Mestan Efe’de bu cezalardan nasibini alıp bugünkü Gürcistan’ın Batum şehrine sürgün edilmiştir. Batum’da 1 yıl kadar kalan Mestan Efe, abisi ve kızanlarıyla birlikte kaçmıştır. 3 ay gibi kısa bir sürede İzmir’in Ödemiş ilçesine ulaşmıştır. Zorlu yolculuk sırasında Mestan Efe bir iç hesaplaşma yüzünden abisini kaybeder ancak öldükten çok sonra haberi olur.
Aydın’a ulaştıktan sonra ise vatan mücadelesine devam eder.
Kıllıoğlu Hüseyin Efe aslen Aydın’nın Çine İlçesinin Yağcılar köyünden olup Yörük Ali Efe’nin hem dava arkadaşı hem de dost çetesinin lideriydi.
Yörük Ali ve Kıllıoğlu çeteleri Kurtuluş Savaşı’nda aktif rol oynamışlar, Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Türk ordusuna ellerinden gelen yardımı yapmışlardır.
Savaşın bitimiyle silahını bırakmayan Efe, 1923 senesinde Aydın’ın Bozdoğan İlçesinde vurularak öldürüldü.
Aydın’ın Atça kasabasında olan Atçalı Kel Mehmet Efe, Osmanlı tarihçisi Lütfi tarafından “Eşkıya, hırsız ve katil” olarak gösterilirken, tarihçi Çağatay Uluçay, Atçalı’yla ilgili şu bilgileri veriyor:
Kel Mehmet, fakir bir zeybektir. Genç yaşında dağa çıkmış, daha sonra bir ihtilalin lideri olmuştur… İhtilal diyorum, daha doğrusu ben demiyorum da ona ait vesikalar Kel Mehmet’in liderlik ettiği Aydın ayaklanmasına “Aydın İhtilali” adını veriyorlar… Bu, Osmanlı tarihlerinde bilhassa şehirlerde ve kasabalarda ayaklananlar ve idarecileri kaçıranlar veya karışıklığa meydan verenler için kullanılan bir terimdir.
Kel Mehmet‘in liderliğinde meydana çıkan Aydın ayaklanması tam manasıyla bir halk ihtilali karakterini taşır görünmektedir.
Çünkü Kel Mehmet, şimdiye kadar gelmiş geçmiş eşkıyaların yapamadığı bir işi başarmıştır.Aydın ihtilaline lider olan Mehmet ilk olarak savaş vergilerinden bunalan Aydınlılara bu vergiyi kaldırdığını ilan etti. Daha sonraları mültezimlerin, voyvodaların ve zabitlerin halktan keyfi olarak topladıkları vergileri kaldırdı.
Kel Mehmet bunlarla da yetinmedi, hükümetten serbest ticaret ve tarımın korunmasını, kanunların değiştirilmesini, daha eşit kanunlar yapılmasını ve askerliğin yeni esaslara bağlanmasını istedi.
Aydınlılar, Kütahya, Manisa ve Denizli’nin bazı kazaları, onun ileri sürdüğü fikirleri sevinçle karşıladılar, ona kapılarını açtılar ve kendilerine efendi yaptılar.
Kel Mehmet‘in ilk ayaklanmasında yalnız Aydın mütesellimi ve yanındaki adamları hariç, diğer kasabalarının hiç birisinde ona karşı silah atılmadı. Aksine, adamlarıyla birlikte bu kasabalara birer kurtarıcı gibi girdi.
Halk, Kel Mehmet‘in ileri sürdüğü fikirleri samimi, ciddi ve adil buldu.. Onun etrafında toplanıverdi… Böylece Aydın ihtilali dediğimiz ihtilal başladı…
Aydın’a bir vali gibi yerleşen Kel Mehmet, eski düzeni kökünden yıktı.. Kötü idareciler ve ayanlar bulundukları yerlerden kaçtılar. Onların yerlerine adamlarını koydu, ileri sürdüğü esaslara göre hakim olduğu bölgeyi idareye başladı. Kendi adına da : VALİ-İ VİLAYET , HADEME-İ DEVLET , ATÇALI KEL MEHMET diye mühür kazdırttı.
Kel Mehmet, idaresi altında bulunan yerlerde halkının malına, canına ve ırzına saygı gösterdi. Gezi hürriyetine engel olmadı. Üstelik padişahı da efendi ve halife olarak tanıdı, ahlaksız, zalim ve hırsız memurların amansız bir düşmanı oldu. Ağır vergiler altında inleyen, dövülen, hapsedilen ve sürgüne gönderilen halkın koruyuculuğunu yaptı. Çilelerle dolu bu halkı, zalim memurların pençesinden kurtarmak için elinden gelen her şeyi yaptı.
Kel Mehmet‘ten önce gelen şakiler, astılar, kestiler, soydular, halkın kızlarını, oğullarını dağlara kaçırdılar, kanunları çiğnediler düzenleri bozdular. Halbuki Kel Mehmet, onların aksine zulmü ve adaletsizliği ortadan kaldırmak, yeni bir düzen kurmak için çalıştı. O bu idealleri uğruna fermanlı oldu ve başverdi… Fakat onun ileri sürdüğü fikirler, İkinci Mahmut’un yaptığı yenilikler hareketinde, Tanzimatın ve Birinci Meşrutiyetin ilanında önemli rol oynadı.
Kel Mehmet‘in liderliğindeki Aydın ihtilali, bize yeni bir şey daha öğretmiş oldu. Eski tarihlere ve klasik tarihi görüşlere göre Osmanlı İmparatorluğundaki bütün ihtilalleri Yeniçeriler ve alimler yapmışlardır. Halk ihtilali olmamıştır. Halbuki Kel Mehmet‘in Aydın’da uyguladığı, gerçekten de bugünkü manada bir halk ihtilali idi. Bu ihtilale, onunla aynı hizada yürüyenler, zeybekler, yörükler, şehrin esnafıyla alt tabakadan olan halk katıldı.
Kel Mehmet‘in liderliğindeki Aydın ihtilali bu klasik görüşü yıkıyor. Önümüze yeni bir ufuk açıyor. Kel Mehmet, halk hareketlerinin temeli ve ışığı oluyordu. Bu bakımdan fermanlı Kel Mehmet, reform ve halk hareketleri konusunda sosyal tarihimizde önemli bir yer alacaktır. (Bkz. C. Uluçay’dan aktarılarak Örsan Öymen: Atçalı Kel Mehmet Efe, Milliyet, 30 Ocak 1977)
Atça’lı Kel Mehmet için efsaneler anlatılmış, türküler yakılmıştır. Bir efsanede Atçalı Kel Mehmet bir gün dağda yalaksız bir çeşme görmüş hemen bir yalak yapılmasını istemiş. Kızanları hemen ağaçtan bir yalak yapıp çeşmenin önüne koymuşlar. Kel Mehmet Efe üzerine şunları yazdırmış: BAŞINI KAŞIMAYA ELİ DEĞMEZDİ KEL’İN , SU ELİN ÇEŞME ELİN , TEKNE ATÇALI KEL’İN.
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 2 ziyaretçi (3 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|